Yol uzun, virajlı ve kimi zaman sabrınızı sınıyor. Ama tam da bu yolculuk sayesinde Datça’nın neden hala bu kadar özel kaldığını anlıyorsunuz: burası kendini korumayı başaran nadir yerlerden biri. Turizmin kalabalık zincirine girmemiş, doğasına, ruhuna dokundurtmamış.

İlçeye girişte sizi karşılayan ilk şey ise bir ferahlık hissi. Rüzgar başka esiyor burada, gökyüzü daha mavi, sessizlik kulağa müzik gibi geliyor. Datça’ya ilk adımı attığım andan itibaren, burada bir şeylerin farklı olduğunu hissettim.

Datca Sahil

Manisa'nın incisi: Suyun oluşturduğu huzur vahası
Manisa'nın incisi: Suyun oluşturduğu huzur vahası
İçeriği Görüntüle

Doğal ve Tarihi Güzelliklerin Ahengi

İlk durağım Datça’nın kalbinin attığı yer: Datça Limanı. Gün batımına yakın bir saatte vardığım liman, sanki bir film sahnesi gibiydi. Dalgaların hafifçe vurduğu kıyıya sıralanmış balıkçı tekneleri, arka fonda çalan hafif müzik ve liman boyunca el ele yürüyen çiftler... Sahil boyunca uzanan restoranlar akşam için hazırlık yaparken, limanın diğer ucundaki küçük amfi tiyatroda genç bir grup prova yapıyordu.

Bir sonraki rotam Eski Datça oldu. Burası, taş evleri, begonvillerle bezenmiş daracık sokakları ve her adımda karşılaştığınız küçük sanat atölyeleriyle ruhu olan bir yer. Eski Datça’nın sokaklarında dolaşırken bir tabelada şu yazı dikkatimi çekti:

Eski Datca

“Acelen varsa ne işin var Datça’da?”

İşte bu söz, bu yerin mottosu olmuş. Çünkü burada zaman başka akıyor. Bir çay bahçesine oturup, Can Yücel’in adının yaşatıldığı masada badem gazozumu içerken bunu bir kez daha hissettim. Şairin evi hâlâ yerinde duruyor; dışarıdan görülebiliyor ama içerisi ziyaretçilere kapalı. Yine de önünde durmak bile yeterli.

Datca Koy

Koylar, Plajlar ve Sonsuz Mavilikler

Datça’nın güzelliği yalnızca tarihi dokusuyla sınırlı değil. Asıl çarpıcı yanını doğasında buluyorsunuz. Kargı Koyu, merkeze yalnızca birkaç kilometre uzaklıkta ama etkisi sonsuz. Okaliptüs ağaçlarının gölgesinde uzanan bu koya vardığımda denizin sakinliği beni büyüledi. Koy, korunaklı yapısı sayesinde rüzgarsız ve serin; çakıllı plajı biraz rahatsız etse de suyun berraklığı her şeyi unutturuyor.

Ama asıl büyüyü Kurubük yaşattı bana. Datça yarımadasının güney kıyılarında yer alan bu eşsiz koy, sanki bir kartpostal karesinden çıkmış gibi. Yukarıdan baktığınızda turkuazdan maviye dönen bir deniz, çevresinde tek bir yapı dahi yok. Ne tesis var ne işletme; sadece doğa var, siz ve sessizlik... Suya adım attığınızda, zaman da sizinle birlikte duruyor sanki.

Knidos Datca

Knidos: Bir Uygarlığın Eşiğinde

Datça’nın ucuna vardığınızda karşılaştığınız yer ise bambaşka bir dünya: Knidos Antik Kenti. Antik çağda Ege ile Akdeniz’in kesiştiği liman şehri olan Knidos, geçmişin bilgeliğini bugünün sessizliğiyle buluşturuyor. Tiyatrosu, Apollon Tapınağı, güneş saati… Hepsi yüzyıllardır burada duruyor ve geleni bekliyor.

Knidos’ta en çok etkilendiğim an, antik tiyatronun taşlarına oturup, denize karşı birkaç dakika gözlerimi kapattığım andı. O anda denizle tarih, rüzgarla taş sanki birleşmişti. Oradan yürüyerek ulaştığım Deveboynu Deniz Feneri ise adeta bu yolculuğun zirvesiydi. Fenerin etrafında bir tek siz varsınız; bir yanda Ege Denizi, diğer yanda Akdeniz... Ve batmakta olan güneş.

Datca Merkez1

Lezzetin Sade Hali: Badem, Balık ve Sessizlik

Datça sadece gözlere değil, damaklara da hitap ediyor. Merkezdeki Kumluk Plajı çevresinde sıralanmış restoranlarda taptaze deniz ürünlerini tatmak, akşam serinliğinde mütevazı bir masada badem gazozu içmek, buranın ruhuna uygun bir ritüel. Lüks yok, şatafat yok. Her şey sade ama her şey lezzetli.

Ve evet, burada badem bir efsane. Kurabiyesi, kahvesi, gazozu… Her şeyin içinde biraz badem, biraz Ege, biraz da huzur var.

Datca Merkez

Datça'ya Gidip Dönmek Zor, Kalbi Geri Almak Daha Zor

Datça’da geçirdiğim günlerin sonunda anladım ki, burası sadece gezilecek bir yer değil. Burası bir his. Kalbinizin bir köşesini bırakıp, geriye dönmek zorunda olduğunuz bir yer.

Yolun zor olması, erişimin sınırlı olması bir handikap değil; aksine bir filtre. Datça, sadece gerçekten görmek isteyenlere kapılarını açıyor. Ve içeri giren, çıkmak istemiyor. Çünkü burada insan kendini buluyor; denizde, rüzgârda, sessizlikte…

Eğer yolunuz Ege’ye düşerse, pusulanız Datça’yı göstersin. Bir kez gittiğinizde, belki bedeniniz geri döner; ama kalbiniz burada kalır.

Kaynak: Haber Merkezi