Siyaset arenası, daima büyük ideallerin, toplumsal hizmet arayışının ve elbette sert rekabetin sahnesi olmuştur.

Ancak son dönemde, siyasi teşkilatların içinde öyle bir ikilik gözlemleniyor ki; bir yanda fedakâr, mücadeleci ve halka dokunan ekipler varken, diğer yanda enerjisini sadece dedikodu, fitne ve makam kapma yarışına harcayan bir zümre türedi. Bu durum, siyasetin itibarını zedeleyen ve asıl mücadelenin ruhunu çalan bir 'parazit siyaset' modelini ortaya çıkarıyor.

Takdirle bahsetmek gerekir ki, halen siyasi teşkilatlarımızda "eski usul" dürüst ve idealist bir damar mevcut. Bu ekipler; Sadece seçim zamanı değil, afetlerde, zor günlerde ve gündelik hayatta vatandaşın elini tutan, sahada ter dökenlerdir. Dedikodu kazanlarında kaynamak yerine, mahallenin sorununu, esnafın derdini dinleyip çözüm yolları ararlar. Partisinin oyunu artırmak için değil, topluma hizmet etmek için çalışırlar; zira bilirler ki gerçek değer, hizmetle kazanılır.

Bu teşkilatlar ve içlerindeki mücadeleci ruh, siyasetin en parlak yüzüdür ve halkın siyasete olan inancını tazeleyen yegâne kaynaktır. Onlar, siyasetin fabrika ayarlarıdır. Siyasetin çirkin yüzü ise ne yazık ki bu parlak cephenin hemen arkasında beliriyor. Bu zümrenin en belirgin özelliği, enerjilerini sahaya değil, kulislere ve sosyal medyaya harcamalarıdır.

Bu "makam avcıları", siyaseti bir hizmet aracı değil, bir kariyer basamağı olarak görür. Yöntemleri ise oldukça sinsi ve yıkıcıdır: Çalışan, başarılı ve potansiyeli olan isimleri, asılsız söylentilerle ve uydurma hiyerarşi hikayeleriyle yıpratırlar.

Amaçları; başkalarının başarısını gölgeleyerek kendi yetersizliklerini gizlemektir. Parti içi hiyerarşide bir üst makama ya da aday listesine kendilerini yerleştirmek için lobi faaliyetleri yürütmekten, "abi" veya "dayı" kontenjanlarını kullanmaktan çekinmezler. Sahada alın terleriyle kazanılması gereken makamları, koltuk altı fısıltılarıyla kazanmaya çalışırlar.

Bir siyasi teşkilatın en büyük zafiyeti, enerjisini dışarıdaki rakibe karşı kullanmak yerine, içerideki fitneye harcamasıdır. Dedikodu üretenler, sadece kendi partilerinin değil, genel olarak siyasetin itibarını düşürürler. Bu ikilik tablonun en büyük sorumluluğu, teşkilatların en üst kademelerindedir.

Eğer bir teşkilat başarılı olmak istiyorsa, liderleri kimin gerçekten ter döktüğünü ve kimin sadece laf ürettiğini ayırt etmek zorundadır. Dedikodu yapan, enerjiyi boşa harcayan ve sırf makam için siyaset yapan tiplere göz yummak, gerçek mücadele erlerine yapılan en büyük haksızlıktır. Liderlerin, kulis fısıltılarına değil, halkın nabzına ve sahadaki somut verilere göre karar vermesi elzemdir.

Siyaset, büyük bir idealin peşinden koşmaktır, küçük makam kavgalarının değil. Siyasi partilerimiz, bu dedikodu kültürünü temizlemedikçe, gerçekten mücadele edenlerin hakkını teslim etmedikçe, ne yazık ki halkın gözündeki değerleri erimeye devam edecektir.

Gerçek siyasetin, koltuk sevdalılarının değil, hizmet sevdalılarının omuzlarında yükseleceğini unutmamalıyız. Şimdi, teşkilatların içini süpürme ve gerçek mücadele ruhunu yeniden canlandırma vaktidir.