Son günlerde okullardan gelen haberler, yüreğimizde derin bir yara açtı. Öğrencinin öğretmene yönelik kaba ve hatta şiddete varan davranışları, bir zamanlar kutsal kabul edilen o "öğretmen-öğrenci" ilişkisinin nerede olduğunu sorgulamamıza neden oluyor. Acaba biz, bu ülkenin geleceğini emanet ettiğimiz, o koca yürekli insanlara gösterilmesi gereken saygıyı unuttuk mu?

Bir meslek düşünün ki, amacı sadece bilgi aktarmak değil, aynı zamanda karakter inşa etmek, ahlakı ve toplumsal kuralları öğretmek olsun. Öğretmenler; sadece ders kitabını açan değil, aynı zamanda öğrencisine hayatta duruşu öğreten birer rol modelidir. Öyleyse, bu kutsal mesleğin temsilcisi olan öğretmenlerimizin, kendi sınıflarında saygısızlığa veya şiddete maruz kalması, yalnızca o öğretmenin değil, tüm toplumun başarısızlığıdır.

Sınıfta öğretmene karşı alaycı davranışlar, dersin ciddiyetini bozan hareketler ve sosyal medyada paylaşılan görüntüler, aslında bir kültürel dönüşümün işaretidir. Öğretmen, öğrencinin gözünde otorite figürü olmaktan çıkıp “arkadaş” ya da “şaka yapılacak kişi” konumuna indirgeniyor. Bu durum, eğitim sisteminin temelini sarsıyor.

Unutmayalım ki bir toplumun geleceği, o toplumun öğretmenine gösterdiği saygı ile doğru orantılıdır. Eğer bir öğrenci, kendisine bilgiyi ve yolu gösteren kişiye karşı bu kadar kolaylıkla saygısızlık edebiliyorsa bu, sadece bir disiplin sorunu değil, köklerimizden uzaklaşma sorunudur.

Öğretmenler, "bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olunur" düsturunun temsilcileridir. Eğer biz bu sözün anlamını unuttuysak hızla hatırlamalıyız. Aksi takdirde geleceğimizi inşa etmeye çalışan elleri kırmış oluruz. Saygı kültürü; yalnızca okulda değil, evde ve toplumda da öğrenilir. Çocuğun ailesinden gördüğü davranış, öğretmene yaklaşımını doğrudan etkiler. Eğer evde otoriteye saygı yoksa, okulda da öğretmene saygı beklemek zordur. Bu nedenle ailelerin, çocuklarına öğretmenlik mesleğinin önemini anlatması şarttır.