Her hafta Diyanet İşleri Başkanlığının sitesine girer, yayımlanan Cuma hutbesini okurum. Bu hafta da çok önemli bir konuya değinmişler. "Şiddetin Çaresi Merhamet Eğitimi" başlıklı hutbede, dijital ortamdaki şiddetten de bahsediliyor.
Onları tanıyorsunuz. Belki her sabah asansörde karşılaştığınız o sessiz komşunuz, belki market kasasında sırası alındığında bile sesini çıkaramayan o beyefendi, belki de ofiste patronundan fırça yerken başını öne eğip tek kelime etmeyen o mesai arkadaşınız...
Gerçek hayatta; göz teması kurmaktan kaçınan, "afedersiniz" kelimesini ağzından düşürmeyen, bir tartışma çıktığında kaldırım değiştirip giden o "uyumlu" profiller...
Ama akşam olup eve gidildiğinde, kapılar kapanıp o akıllı telefonların ekran ışığı yüzlerine vurduğunda, bir dönüşüm başlıyor. Tıpkı dolunayda kurda dönüşen efsanevi karakterler gibi, bu sessiz adamlar Wi-Fi'a bağlandıkları anda birer "kanaat önderine", acımasız bir eleştirmene, hatta pervasız bir "Sosyal Medya Erkeğine" dönüşüyorlar.
Klavye başında bir tuşa basınca kendini "aslan" sananların dünyasına hoş geldiniz. Gerçek hayatta sesini yükseltmeye korkanlar, sosyal medyada birer "gladyatör" kesiliyor. Hatta öyle ki yorum kısmında döktükleri cümlelerle kendilerini kahraman ilan ediyorlar.
Bir kahvehanede oturup karşısındakiyle tartışmaya cesaret edemeyenlerin, sosyal medyada klavye başında birer "yiğit" kesildiğini görüyorsunuz. İşte buna ben "sosyal medya erkekliği" diyorum.
Gerçek hayatta yüz yüze söylenemeyen sözler, dijital ortamda bir anda cesurca dile getiriliyor. Çünkü orada risk yok; karşı tarafın gözlerine bakmak, ses tonunu duymak, yüz ifadesine katlanmak zorunda değilsiniz. Klavye başında yazılan her cümle, bir tür sahte özgüvenin ürünü. Ama işin aslı şu: Bu "sosyal medya erkekliği" dediğimiz şey, aslında bir tür dijital kostüm partisi. Herkes maskesini takıyor, kimliksiz bir özgüvenle sahneye çıkıyor. Bir tuşla kahraman, bir emojiyle cellat, bir caps'le filozof oluyorlar.
Bu sahte cesaretin arkasında çoğu zaman korku ve yetersizlik yatıyor. İnsan, karşısındakine doğrudan söyleyemediği sözü, sosyal medyada rahatça yazıyor. Hakaretler, kötü yorumlar, saldırgan dil… Hepsi birer "erkeklik gösterisi" gibi sunuluyor. Oysa bu, cesaret değil; tam tersine korkunun maskelenmiş hâli.
Gerçek cesaret, yüz yüze konuşabilmekte, diyaloğa girebilmekte, sorumluluk alabilmekte yatar. Sosyal medya erkekliği ise sorumluluktan kaçışın, iletişim beceriksizliğinin ve çoğu zaman görünür olma arzusunun bir yansımasıdır.
Toplumsal sonuçları da hafife alınacak gibi değil. Birbirine laf yetiştiren "sosyal medya yiğitleri" sayesinde dijital ortam, koca bir kahvehane dedikodusuna dönüyor. Hakaretler havada uçuşuyor ama kimse kalkıp "hadi yüz yüze konuşalım" diyemiyor.
Bu sahte cesaret, dijital ortamda kutuplaşmayı artırıyor, gençlere kötü örnek oluyor ve iletişim kültürünü zedeliyor.
Gerçek yiğitlik, karşısındakine doğrudan, saygılı ve yapıcı şekilde konuşabilmektir. Bu sahte kabadayılığın çoğu zaman hukuki sonuçları oluyor; hakaretler ve iftiralar mahkemelerde ve maalesef hapishanede bitiyor. Unutulmamalıdır ki sanal dünyada aslan kesilmek kolaydır, asıl mesele gerçek dünyada insan kalabilmektir.